KALEMDAR 3. SAYI

 

GENEL YAYIN YÖNETMENİ-EDİTÖR
Mirac Ali TAŞ
Zehra ULUBABA

EDİTÖR YARDIMCISI 
Ebubekir Sıddık TAŞ
Zehra TURKAY

FOTOĞRAFLAR 
Asuman YILDIZ
Esra AZIN
H.Y
Mirac Ali TAŞ
Rabia Sıla ORHONLU 
Tesnim ÇELİK
Zehra TURKAY 
Zehra ULUBABA 

YAZARLAR
Ahmet Furkan KÜÇÜK
Ahsen Nur KILIÇ 
Ekrem TURHAN
Enes KILIÇ 
Ergül ERDEM
Dilek AKYAR
Fadime KİREMİT
Feyza Naz KÖMÜR 
H.Y
Mihriban CESUR
Mirac Ali TAŞ
Muhammed Baran ASLAN
Mustafa BARDAK
Nida GÜLIRMAK
Oğuzhan GÜNEŞ 
Sinem YİĞİT
Son Yolcu
Tesnim ÇELİK
Zehra TURKAY 
Zehra ULUBABA 

KAPAK TASARIM
Zehra ULUBABA

BAŞLARKEN

Kral Nemrut'un emriyle Hz. İbrahim (a.s) Peygamber'i yakmak için kurulan koskoca ateşe; taşıdığı bir damla su ile yaklaşmış minik karınca.
Onu görenler durdurup sormuşlar:
- Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?
 
"Olsun!" demiş karınca,
"Hiç olmazsa hangi tarafta olduğum belli olur."

Bu sayı bizden;
 Elindeki en küçük imkanla bile doğru olanı yapmak için uğraşan, elinden geleni ardına koymadıktan sonra da ellerini arşa açıp dua eden, Tevekkülü hakkıyla yerine getiren okurlarımıza gelsin :) 

Hepinize iyi okumalar
Kalemdar Dergi Ekibi

MÜTEVEKKİL APARTMANI

Tevekkül; Allah (C.C)'a teslim olmanın adıdır. Hem İbrahimce hem İsmailce teslimiyet. Öylesine teslimiyet ki bazen şükür bazen sabır gerektirir. Tevekkül, bir binaya benzer. Güven, eylem, takdiri ilahi, ihlas gibi kavramlardan oluşur. Temelinde Allah'a güven yatar. Tevekkül binasının sağlamlığı, temelinden belli olur. Sağlam bina, sağlam temel üzerine kurulur. Temelinde güven yatmayan tevekkül ise ölü doğmuştur. Eylem ise madde planında olan gayrettir, istendik sonuçlara varmak için sarf edilen emektir. Tüm bunların sonrası ise takdir-i ilahidir. Vaadinden dönmeyen, Kerim olan Allah Azimüşşan'a aittir. O ne güzel yardımcı ne güzel vekildir. Onun bu hali; binanın en üstü, en görkemli yeridir. Tüm bunları birleştiren ise ihlastır. İhlas öylesine güzel bir yapıdır ki binanın temeli ile çatısını dahi birleştirebilir, buluşturabilir. Bu yüzden ihlas tüm binaya sirayet eden çimento gibidir. İhlas; temel ile çatıyı buluşturan madde, Allah ile kul arasındaki samimiyettir. 
Bütün mütevekkilliğimiz El-Vekil'edir. Ancak O'na ibadet eder ve ancak O'ndan yardım dileriz. Bütün yardımlar, O'nun izni dahilinde gelir. Hayrına şükür, şerrine sabır. İşte mümin, böyledir vesselam...

Mustafa Bardak
Fotoğraf:Rabia Sıla ORHONLU

BUGÜN KAR YAĞDI

Bugün kar yağdı.
Öğlen başladı yağmaya. Ama bir görseniz lapa lapa damlayıveriyor gökyüzünden.

Okuldayken camdan farkettik başladığını ve dersi bırakıp camdan bu şahesere baktık hepimiz.
Hoca rahatsız oldu ders bölündü diye ama onun da gözü kaydı cama tatlı bir tebessümle.
Daha sonra da akşama kadar yağdı işte usul usul.
Artık karlı bir gün denebilecek kıvamda.

Penceremden bembeyaz, pürüzsüz zemine bakıp heyecanlanıyorum.
Sonra gözüm; yavaş yavaş karla oynamak için gelen çocuklara,  yürüyüş yapmak için aşağı inen heyecanlı insanlara kayıyor.
Sabaha kadar basacaklar her yere.
Üzerine atlayabilmek için pürüzsüz hiçbir yer kalmayacak ki.

O zaman ben de inmek için  hazırlanıyorum.
"Kocaman oldum artık." çırpınışlarıma rağmen zorla boynuma dolanan atkı. 
Ve
geçen yıl kış bitiminde kaldırdığımız yerden zar zor bulduğumuz bir çift eldivenle birlikte zemin kata iniyorum.
Koridorlar hafiften ıslanmış.
Bizden çok daha önce davranıp kar ile selamlaşma işini halledenler bile olmuş demek. 

Ve sonunda ilk defa karla karşılaşıyorum merdiven korkuluklarında.
İlk adımımı atıyorum henüz kimsenin ayak basmadığı pürüzsüz bir parçaya.
Çıkan katır kutur sesle mutlu oluyorum.

Kendimi daha adım atılmamış bir alanda karların üstüne bırakıyorum.
Hafif bir üşüme ve kar kokusu sağımda, solumda. Gökyüzünden kirpiğime karlar düşüyor. Ailem ile birbirimize kar topu atıyoruz yürürken.
En iyi kar topu hazırlama yöntemi arabanın üzerine birikenler ile elbette.
Bazen gaza gelip kardan adam yapmaya yelteniyorum.
Yamuk yumuk olduğun için özür dilerim, oldum olası bu işi pek beceremem zaten.

Artık donacak kıvama geldiğimde yarın gene bu manzara ile buluşmayı hayal ederek eve çıkıyorum.
Soğuktan acıyan ellerimi ısıtmak için peteğe tutuyorum ama daha çok acıyor.
Birkaç dakika sonra normale dönecek neyse ki.
Annemin hazırladığı salepten yudumlarken pencereden karı izlemeye devam ediyorum.

İlk basan kişi olmayı başarabildiğim karlardaki ayakkabımın izi, gözüme çarpıyor.
Ve altına geçip sallayarak üstündeki karları bitirdiğimiz ağaç.
Daha sonra pijamalarımı giyip sıcacık yorganın altına giriyorum. 

Tüm hayallerim enkaz olmuyor bu gece.
Yarın kahvaltıdan önce odamdaki minik pencereden bakacağım, kar yağışı bugün de devam ediyor mu diye. 

Bu gece kar sadece güzel bir anı ve manzara oldu bize.
Telaşla ve çaresizce etrafını izleyen insanlara yük olmadı bugün.
Her bir tanesi ile güzel anılarımız yansıdı bembeyaz örtüsünden. 

Önümüzdeki bahara kadar üstünü örttü umutlarımızın.
Karlar eriyip kış geçtiğinde yeniden yeşerebilsinler diye.
Çünkü güneş elbet yükselecek ve kış bitecek.

Zehra Ulubaba

SESSİZCE

Yeryüzüne yıldızlar düşüyor
Saçlarından topluyorum sessizce
Yanakların kızarmış, gözlerin parıldıyor
İzliyorum sessizce

Bakışların o kadar tatlı ki
Eriyorum sessizce
Seni izlemek o kadar güzel ki
Zaman duruyor sessizce

Artık saklayacak bir şey kalmadı 
Mısralarımda adını haykırıyorum sessizce
İşte duymayan kalmadı
Ölüyorum şiirlerimde sessizce

Mirac Ali TAŞ
Fotoğraf:Mirac Ali TAŞ



TEVEKKÜL; AYDINLIK BİR ZİHİN, AKTİF BİR KALP, FİİLİ BİR ANLAM

Tevekkül, bir ahlak işidir. Hayatını şekillendirirken her an bir mücadele içindedir insanoğlu. Ortaya koymuş olduğu bu mücadele hem fikri hem bedeni hem de fiilidir. Yerinde sabit duran zihninde yer alan düşünce içerikli fabrikanın bütün düğmelerini kapatan insan için mücadele ediyor diyemeyiz. Ancak fikir fabrikaları açık olan, bilgiyi üreten insanın fiili bir üretimi ve ürünü olur.
Tevekkül; aydınlanan zihnin kalbi aktifleştirmesi sonucunda yürünecek olan yola fiili bir anlam kazandırmasıdır. Aydınlanan zihin, düşünmenin ilk adım olduğunu bildiği gibi sadece düşünmek ile sabit kalarak bir yere varılamayacağını da bilir. Aydınlanan zihnin kalbi aktifleştirmesi hem aklı hem de ruhu hayat ile buluşturur. Böylece ruh ve aklın buluşması, eyleme geçiş sürecinin başlangıcında ilk adımı oluşturmuş olur.
Tevekkül, söylemlerin hayat bulması gerektiğinin en büyük delilidir. Ortaya atılan bir iddianın ispatlanması gerektiğini en iyi özetleyen kavramdır. Örneğin; "Ben iman ediyorum." iddiasını ortaya atan bir insanın emek vermesi, iyiliği emredip kötülükten uzaklaştırması, hayatına yön vermek için Kur’an’dan başlaması, zarar vermek yerine hep fayda sağlaması, kırmak yerine mutlu etmesi, eleştirmek yerine destek olması, düz okumak yerine anlamlandırması, "ben" yerine "biz" diyebilmesi, Allah’ın emirlerini hayat felsefesi yapması, bir taş parçasını "insanlara zarar verir" diye düşünerek yerden kaldırması aslında imanını ispatlaması demektir.
Tevekkül; yan gelip yatmak değil, her işini emek ve mücadele ile sağlama bağlamak demektir. Tevekkül, her şeyi Allah’a dayandırmak demektir. İnsan tarafından elinden gelenin en iyisi yapıldıktan sonra Allah’a dayandırılan, Allah’a bırakılan her şey teslim olunmuşluğun bir göstergesidir.
Tevekkül; arabası olan insanın kapıyı kilitleyip kontrol ettikten sonra arabasını Allah’a emanet etmesidir. Kilitlenmemiş bir kapı hırsıza sunulan bir davetiyedir. 
Üzerine düşeni sapasağlam yapmayan insan, aydınlığı zihinden kalbe ulaştıran en önemli kabloyu kendi eliyle kesmiş sonra ışığın neden gelmediğini merak ederek ömrünü tüketmiştir.
Tevekkül; insanın Allah’a elinden gelen her şeyi yaptığını ispat etmek için Allah ile manevi bir bağ kurmasıdır. 
Tevekkül; Hz. Peygamber’in de dediği gibi deveyi sağlam bir kazığa bağladıktan sonra Allah’a emanet etmek demektir.
Tevekkül; izlenecek yolun kurallarını bilmek, kural ihlali yapmadan en yüce yaratıcıya emeğini emanet etmek için yola çıkmak demektir.
                    
Ahmet Furkan KÜÇÜK
Fotoğraf:Tesnim ÇELİK

AKSA

Bugün cesaret dolduk ve hedef aksa
Cesaret imandan aktı ve hep aksa
Hep güzellik ve güç akar imanın haksa
Güzellik ve de güçsün ey güzel aksa

Hasılı imansın insan bu takkadan baksa
İmansız olamaz insan yüreği paksa
Bu cesaret özgürlüğüne kıvılcım çaksa
Ve yarın özgülük meşalelerini yaksa 

Ölürüm ,vuslatımız çok daha ıraksa
Sana kavuşsam ve gözler yaşlar bıraksa

Desem ki özgürsün şimdi ey mescidi aksam
Ağlasan ,ağlasam ,ağlasak ve sonra baksam
Baksan ve baksam karşımda Mescidi aksam
Secdeye varıp kendimi kollarına bıraksam

Enes Kılıç

BEYAZ BAYRAK

Beyaz bir güvercinin kanadındaydı özgürlük
Üsküdar’da bir uçurtmada yazılıydı 
Bir çocuğun gözlerindeydi 
Ammar Ahmet’in üstüne toprak atılmış hayallerinde
Küçük Seray’ın oyuncak bebeğinde 
Ala Dali’nin bir daha binemeyeceği bisikletinde 
Rim’in ölmeden önce dedesiyle gitmek istediği parktaydı 
Özgürlük Ahmed’in annesinin kalbinde zayıf bir barış çığlığıydı.

  Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Sabah beşte herkesten önce kalkmıştı Ahmet. Annesinin tüm işleri tek başına yapması üzerdi onu, her zaman yardımcı olmaya çalışırdı. O gün de çay yapılmasına yardım etti. Bayramdı, tüm ailenin yüzünde güller açıyordu. Namaza gitmişti kahvaltıdan sonra. Duası belki bir oyuncak arabaydı. Kim bilir belki de cenneti dilemiş olmalıydı ki o temiz kalbiyle kabul olmuş olacaktı.
 Namaz sonrası arkadaşlarla bayramlaşmaya ve oyuna gitmişti. Oyunun adı: ‘’Arap ve Yahudi’’ idi. Elinde oyuncak silahı şakalaşarak oynuyorlardı arkadaşlarıyla. Çok uzun sürmedi bu sefer oyunları. İki kez silah sesi duyuldu art arda… Biri kafasından vurdu Ahmed’i diğeri kalbinden. Sonra sessiz bir hıçkırık, üşüme hissi ve kan... Dinlediği hutbedeki gibi şehadete yakın olmalıydı. Bir İsrail askeri Ahmed’i tehlike olarak görmüştü. Gülüşüp şakalaşan çocuklar ideolojilerine ters geldiğinden belki, ya da sadece eğlencesine girdikleri bir iddia sonucu bir çocuk öldürülmüştü. Üzerine iddiaya girdikleri rakamlardan ibaretti yiten canlar onlar için. Bir ananın evladı, bir babanın umudu değildi.
Annesi nasıl dayanırdı? Kardeşleri oyunlarında onsuz eksik kalmayacak mıydı? Artık kimse Ahmed’ e büyüyünce ne olacaksın demeyecekti.
Ahmed hep on iki yaşında kalacaktı.
Hastaneye gittiklerinde Ahmed’in annesi Alba’ya, her iki kurşunun da oğlunun içinde patladığını; beyninde ve vücudunda ciddi hasara neden olduğunu söyledi doktorlar. Burada tedavi olamazdı ve bir İsrail hastanesine nakledildi.  Alba’nın aklına tek bir soru düşmüştü:
 ‘’Onu iki kere mi vurmaları gerekirdi, bacağından vuramazlar mıydı?’’
Ahmed son nefesini verdiğinde annesi ve babasını, hayatlarının belki de en zor sorusu bekliyordu: ‘’Oğullarının organlarını bağışlamayı düşünürler miydi?’’
 ‘’Hastanede çok acı sahneler gördük. Organa ihtiyaç duyan, derin acılar çeken birçok çocuk gördüm. Kim oldukları önemli değildi. Organları alacaklar için Arap, Hristiyan, Yahudi, diye özel bir vurgu yapmadım. Kim olursa olsun başka çocukların da acı çekmesini istemedim.’’ diyordu babası İsmail röportajlarından birinde.
Bu kadar büyük bir acının ardından metanetli olup başka çocukları düşünebilmekti İsmail’in cihadı. 
‘’Oğlum ölmüştü ama aynı zamanda belki başkalarına da hayat verebilir, acılarını azaltabilirdi. Tabii oğlum şehit oldu, suçlu olan da onlardı. Canını aldılar ama belki de oğlum başka birinin içinde hala hayattadır.’’ Diyor ve ekliyor: ‘’Bu bizden onlara bir barış mesajıydı. Barışı ve sevgiyi isteyen biziz, sözünü tutmayan da barış istemeyen de onlardır.’’
Ahmet’ in annesi Alba’ya da neden bu kararı verdiklerini sorduklarında ‘’Organ alıcıları Yahudi olsa bile barış istediğimizi göstermeye karar verdik.’’ diye yanıtlıyor.
Ahmet beyaz bayrağıydı Filistin’in, İsrail o bayrağı da kanla boyadı. 
Ahmet barışa dair umuduydu kalbinden vurulmuş bir ailenin. Unutulmuş bu umudu şöyle dile getiriyor Alba: ‘’Oğlumun organlarını vermek farklı türden bir direnişti. Şiddete karşı şiddetin hiçbir değeri yok. Belki bu tüm dünya tarafından duyulacak ve böylece adil olanla olmayanı ayırt edebilecekler. Belki İsrailliler bizim hakkımızda farklı düşünecek. Belki sadece bir İsrailli ateş etmemeye karar verecek.’’
 Babası İsmail söyle devam ettiriyor: ‘’ Bu kararı verdim çünkü dünyaya bir mesajım var: Filistin halkı herkes için barış istiyor, İsrail ordusu oğullarımızı öldürürken insani bir şey yapmaya çalışıyorum.’’
 Ahmet altı İsrailliyi hayata bağladı;
Kalbi on iki yaşındaki İsrailli Arap bir kıza 
Akciğerleri kistik fibrozis hastası Yahudi bir gence 
Karaciğeri yedi aylık bir Yahudi kızla elli sekiz yaşında iki çocuk annesi bir kadın arasında paylaştırıldı.
Böbrekleri üç yaşındaki Yahudi bir kızla beş yaşındaki bedevi bir Arap çocuğa nakledildi. 
 ‘’Belki oğlumdan organ alan bir çocuk büyüyüp lider olur ve bu saldırganlığa bir son verir. ‘’ diyor İsmail. 
 Kelimeler de pek bir anlam ifade etmiyor ne desem boş bir babanın bu sözlerinin ardından. Hüzün umut oluyor, umutlar doğması beklenilen güneş. Ahmet gibi daha nice hikaye bizleri bekliyor anlatılmak için Filistin’in yıkık sokaklarında. Şu dakikalarda bile senden, benden yardım bekleyen onlarca çocuk şehit oluyor. Biz de oturup birer kahve daha içiyoruz o kahvenin her damlasının ölüm olarak yağdığını bilerek belki de bilmek istemeyerek. Tadı belki de daha güzel diye çocuk katillerini besleyenlerden besleniyoruz. Elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışmaktansa belki de seyirci kalıyoruz.
 Şimdi söyleyin bana; özgürlük bizim onlarca marka içinden birkaç markayı seçebilmemiz mi, Filistin’de bir çocuğun bir bayram günü oyununa devam edebilmesi mi?

Feyza Naz KÖMÜR
Yapay Zeka Çizimi:Zehra ULUBABA

MUTLULUK ÜZERİNE

Bana kalırsa mutluluk, parmak izi gibi çeşitli ve eşsiz. Olaylara bakış açınız, değer yargılarınız, umut ve pek tabi bulunduğunuz ortamla doğrudan ilgili. Şunu yaparsan, şunu alırsan mutlu olursun gibi bir şey söylemek mümkün değil ve ayrıca  haddime değil. Fakat kendi yaptıklarımı severek paylaşacağım. Bana kalırsa önce mutluluğun bir hâl olduğunu anlamalı, üzgün olmayı öĝrenmeliyiz. Aslına bakarsan mutlu olmak için önce üzgün olmayı ögrenmek ve yaşamak gerek. Hepsinde değil ama insan çoğu zaman en çok üzüldüğü anlarda kendi olur... Bir başka düşüncem ilk başta dediğim gibi olaylara ve hayata bakış açışı. Hepimizin önemli olduğunu bildiği halde bir noktada kaçındığı "İyi düşün, iyi olsun" olayı esasen. Yin yang kuramı (İki zıtlığın bir araya gelmesi ve birlikte var olması) anlamayı daha da kolaylaştır. Basitleştirirsem kötü olmadan iyi, zorluk görmeden kolaylık olmaz ve üzgün olmadan mutluluğun bir önemi yoktur. Üzgün haldeyken bunun bilincinde olarak o an ki duyguları kabul etmek, yaşamak ve fakat hemen kapının arkasında bir pozitifin olduğunu kendimize hatırlatmak gerekir. Hem bu sayede yaşanılan olumsuz ruh halini daha yüzeysel atlatabiliriz. Tüm bunlara ek ve alakalı olarak benim mutluluk kelimesinin hemen yanı başında mutlaka umut da vardır. Ben ikisini birbiriyle ilişkilendiririm. Giriş, hüzün, gelişme, umut, sonuç, mutluluk ve bu döngü böyle ilerler. Benim için bir çeşit ateşlemedir. Kendimle ilgili bir şeyi de itiraf etmiş olayım. Yaklaşık dört yıl boyunca umudun dünya üzerindeki en tehlikeli zehir olduğuna inandım. Beklentiyi tetikliyordu. Acıya direnmemi bırakıp kurtulmaktansa tahammül etmemi sağlıyor ve daha çok yara alıyordum. Sonra bir gün en başta mutluluk için dediğimi umuda uyguladım. Ya umut aslında içimdeki zehrin panzehiriyse ruh halimi olumlu yönde etkilese de duygu durumumdaki yaşattığı değişiklik sebebiyle irkiliyorsam? Haliyle bu bana rahatsızlık veriyor ve ben umudu günah keçisi yapıyorsam? Ve bu soruları kabullendim. Sağlam mesai harcadım umut üzerine.  Zamanla gözlerimi pozitife çevirdim. Mutluluk benim için umut kadar önemli değil şimdilerde. Bir resimde bazen bir insanda bazen bir bulutta ilk aradığım, baktığım şey mutluluk değil umut. "Biz sana mutluluk dedik; sen, umut diyorsun" derseniz de benim formülüm net. Mutluluğun ve hüznün ayrılmaz birer parça olduğunu kabullenmek. Üzülmeyi öğrenmek. Umudunu kaybetmemek, umut etmekten çekinmemek ya da vazgeçmemek. Mutluluk dediğimiz hal için en önemli parçalardan biri huzurdur ya böyle biliriz... Bana göre umut, huzurun annesidir. Ne kadar üzgün ne kadar öfkeli olursan ol, hala o durumdayken, yaşarken; onu umut edersen, o an bile huzuru hissedersin. 

Sinem YİĞİT
Fotoğraf:Esra AZIN

YAŞAMAK UĞRUNA ÖLMEK BU OLSA GEREK

Dönülmez yollara girdim bu gece 
Katıldı gözyaşım birlikte yaşlandık
Bir soru vardı yüreğimde sadece
Niçin ikimiz de böylesi yıprandık

Elemlerdeyim vurdum kalbime kilit
Beni çıkmazlara koyma Allah'ım
Senin huzuruna varmasam beş vakit
O zaman nice olur benim hâlım

Yüreğimde saklı tarifsiz derdim 
Kanıyor bazen görmüyor kimseler
Atmayacak gibi oluyor, kalbim
Yalnızca güneşin öldüğü bir yer

Artık yüreklere bindi kaygılar
Mesafeden mütevellit gözler yorgun
Sonu mutlu biten bütün masallar
Yaşıyor kitaplar arasında solgun

Elimizden kayıp gider tüm yıldızlar
Düşünce mâzi çığ gibi üstümüze
Gözler önünde canlanınca anılar
İşte o zaman geleceğiz kendimize...


Ahsen Nur KILINÇ
Fotoğraf:Tesnim ÇELİK

SADRIMIZDAKİ ŞÜPHELERİN İZALESİ DİRİLİŞTİR

Tarih şahittir ki ruhu dirilten İslam, uyuşturan ise küfürdür. 
Söz hakkı, küfür yobazlarına verilince "İslam afyon, küfre özgürlük!" denildi.  Millet uyanmasın diye yeni nesle geceyi gündüz,  gündüzü gece, tarihi masal, masalı da tarih olarak öğrettiler.  
Hamd olsun Ebu Ubeyde Hazretleri, ümmetin diriliş çırasını ateşlemiştir.
Kardeşlerim, ilim; fikir ve hareket planında bir tezahürdür. 
Ecdatdan aldığı ruhla geleceğe umut olan kutlu nesle selam olsun.
Sessiz yığınları, anlamak lazım.
Ümmet, insanların önlerinde eğip bükmeden, kimseden korkmadan; ilmiyle, dava şuuruyla, yaşantısıyla, ihlasıyla rehber olan, dimdik ayakta duran bir önder istiyor...
Rabbim bize Kudüs’e tekrar hakim olacak idraki, ihsan eylesin. Her dua Kudüs ile bitmeli artık... Manen sağlam olduktan sonra fiziki yorgunlukların insanda bir tesiri olmuyor. Allah, kendi yolunda bedenini harcayanın ruhunu öyle doyuruyor ki bedenindeki yorgunluklar hissedilemez oluyor. Bizim bu kadar yorulmamızın sebebi manevi boşluğumuz... 
Rabbim bizlere ilim, amel, ihsan nasip eylesin.

Ekrem TURHAN
Fotoğraf:Esra AZIN



SAHAFLARDAN SAYFALARA:LUİGİ PİRANDELLO- BİRİ,HİÇBİRİ,BİNLERCESİ

Varoluşun ilk tanışıklığını kendimizle gerçekleştiriyoruz. Ardından "başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla." Öyle ki kendimizle çıktığımız yolda kendimizden başka her yere varmış yahut yolun ortasında ulaşmaya beş kala aradığımızdan vazgeçmiş halde buluyoruz çoğu kez kendimizi. Birden yabancı oluyoruz evimize, arkadaşlarımıza, her gün geçtiğimiz sokaklara hatta kendimize... Hiç tanışmamışız. Oysaki telefondan geçmişe dair binlerce fotoğraf, mesaj, arama kaydı düşüyor önümüze. Onlar da olmasa kimse ikna edemez beni kendimle olan tanışıklığıma. Binlerce "ben"den hangisiyle tanıştım ki hangisi gerçek hangisini kendim olarak alıp yanıma yola koyulmalıyım. Yarı yolda bir yabancı tarafından başka bir yabancının kollarına bırakılmayacağımdan nasıl emin olabilirim? 

Kitabımız, Vitangelo Moscorda'ya bir gün karısının burnunun sağa doğru çarpık olduğunu söylemesiyle başlıyor. Karısı bunu uzun zamandır fark edilmeyen ama yıllardır da kapının önünde duran eski bir vazodan bahseder gibi söylemiştir. Fakat Moscorda'nın o günden itibaren çoktan dünyası başına yıkılmıştır bile. Babasından kalan servetle hiçbir zaman geçim sıkıntısı yaşamamış, istediklerinin olmasına alışmış ve çevresindeki insanlar tarafından her daim saygı ile karşılanan Moscorda ilk kez burnunun çarpıklığıyla yüzleşmiştir. Karısı her ne kadar lafın gelişi olarak söylediğini belirtse de Moscorda ilk kez kendine karısının gözüyle bakmıştır. Daha doğrusu Moscorda daha önce hiç kimsenin gözünden kendine bakmayı deneyimlememiş bir adamdır. Bununla yüzleşmek onu sarsmış ve kendiyle olan tanışıklığını sorgular hâle getirmiştir. Karısı evden çıkar çıkmaz Moscorda aynanın karşısına geçip saatlerce burnunu izliyor; burnundan sonra yüzüne, bedenine, saçlarına uzun uzun bakıyor ve gün geçtikçe kendine yabancılaşıyordur. Çünkü aynada çarpık burunlu, alnı kırışık, büyük ağızlı bu adamı ilk defa görüyordur. Moscorda bu tanımadığı adamları başkalarının gözünden görmeye başlar zamanla. Öyle ki alışveriş yaptığı dükkan sahibinin gözünde, kızını okula bırakırken öğretmeninin gözünde, parkta yürürken karşılaştığı yaşlı adamın gözünde, "Günaydın!" dediği komşusunun gözünde sayısız farklı Moscorda vardır. Bu Moscorda'lar birbirinden hem oldukça farklı hem de hepsi birer kusuruyla ön plandadır. Kusur onların tek ve korkutucu ortak noktasıdır. Bu bakış açısı Moscorda'yı delirtecek boyutlara getirir. Çünkü artık Moscorda insanların gözünde parçalanmış binlerce kişinin toplamının kendisi olmadığı, varlığına ise hiçbir delil bulamadığı bir raddeye gelmiştir. Kendini kaybetmiştir. 

Moscorda kendini hep başkalarının gözünden bir yabancı gibi izlemiştir. Ve bunun bedelini aklını kaybetmekle ödeyecektir. Benliğini bulmakla değil, aramakla görevliydi. Ancak o; sırf bulabilmek adına kendinden kilometrelerce uzaklarda etten duvarlar, vebalı düşünceler altında sıkışıp kalmıştır. Kolay olan Moscorda'nın karısını suçlamaktır bu durumda. Çünkü görünürde her şey karısının ona burnunun sağa doğru çarpık olduğunu söylemesiyle başlamıştı. Peki mezun olmuş, evlenmiş hatta baba olmuş bir adamın kimliğini bu yaşına değin bulamamış olması sizce de tuhaf değil mi? Veyahut yıllardır baktığı aynada gördüğü adama ihanet edip kusur saydığı (?) birkaç yansımadan dolayı kendiyle olan tanışıklığına son verecek kadar mükemmeliyetçi olması Moscorda'nın zayıflıklarındandı. İnsanların taş kalplerinin ağırlığıyla övündüğü bu çağda onların gözünden kendine bakıp merhamet bulmayı uman Moscorda, kendine yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı belki de.1

Zehra TURKAY
Fotoğraf:Zehra TURKAY


TAKVİM YAPRAĞI

I.
Her bir fırça darbesinde boya kabul etmeyen,
Alçısı dökülmüş bir hapishane odasının tutsağı değilim ben.

Kırık çekmecelerin,
Ampulü dökülmüş bir abajur’un,
Rayı fırlamış yatakların,
Talaş tozu kokan eskimiş trabzanların tâmiratı benim işim değil..’
II.
Günün temposundan uzak,
Monoton hayat yaşamak isteyen kimsenin,
Defalarca kez durdurmuş olduğu bir çalar saat değilim ben.
Bir atlı karıncanın jeton hesaplamasını yapmak benim işim değil..

Nida GÜLIRMAK
Fotoğraf:Esra AZIN

YOL 3

Ne mutlu güzelliklerden önce acıları tadanlara. Önce öğrenir sonra yaşar onlar. Önce pişer, sonra yanar. Kendi ateşlerini kendileri ararlar başta. Acının, yalnızlığın lezzetini iliklerine
kadar hissederler. Sonra kimse yok dediklerinde bile kimseleri olduğunu fark ederler. Başta kimsesizlerin kimsesini bulurlar sonra kendi kimseleri olurlar. Ne mutlu yağmurda ıslanmadan ateşe dalanlara. Onlar için yağmur damlaları sadece sudan ibaret olmaz çünkü.Yağmuru yağdırana kavuşmuştur onlar. Gökten düşen her damla huzur her damla şükür. Ümidin, sabrın, bekleyişin güzelliği kadar masum, güzelliği kadar ferah.Tezahürün yokluğu getirir ancak zahiri. Ve önce zahiri bulan tadabilir tezahürün lezzetini. Ham meyveler acı olur hep, ele avuca gelmez küçük çocuklar. Hem kaybolur ruhun büyük girdaplarda hem tanımadığın kimseler ruhunu kucaklar. Gözlerinin içine bakar sofralarını yüreklerini açarlar sana. Gerçekten tanımıyor muyum dedirtirler. Bir bitiş bin başlangıcı doğurur kimi zaman. Olanca karmaşa içinde su kadar berrak gök kadar derin sohbetler edilir. Kendisine bile yabancı olan o adam burada o kadar da yabancı değil artık. Hatta o imrendiği evlerden birinde, cayır cayır yanan sobanın yanı başında oturmakta. Bu sefer sohbetin de etkisiyle içtiği çayın tadı bile başka. Kapı çalıyor. İhtiyar gelmiştir diye düşünüyor ikisi de. Hakim efendi kalkıp açıyor kapıyı. 

Gelmesi uzun sürünce yabancı sesleniyor içerden “Hakim abi,
kim gelmiş?” Ses gelmeyince kalkıp gidiyor. Eski püskü kıyafetleri çamura bulanmış, soğuktan titreyen küçük bir çocuk. Gözlerinin feri sönmüş, ruhunu koparmışlar sanki. Hemen içeriye alıyorlar. Birkaç gün içinde iki yabancıya ev sahipliği yapmak Hakim efendi için bile alışılmadık. “Vardır bunun da bir hikmeti diyor” kendi kendine. Yabancının gözü çocuğun ellerine takılıyor. Kirden, çamurdan belli belirsiz bu elleri tanıyor sanki bir yerden. Ah bir konuşsa şu çocuk, ağzından tek kelime çıksa razı. Belki de dilsizdir diye düşünüyor. Yeni kıyafetler verip karnını doyuruyor, sobanın yanı başına oturtuyorlar çocuğu. Ne Hakim efendi tek kelime konuşabiliyor ne de yabancı. Bir çocuğa bakıyorlar bir birbirlerine. 

Çocuk ise odun
ateşinden bir an olsun ayırmıyor kehribar gözlerini. Öyle parlak ki gözlerinin kehribarı; ateşe yansıyor, harlıyor ateşi. Gözlerinin buğusu bile engelleyemiyor bunu. Derken Kehribar ateşe, ateş aya, aysa geceye fısıldıyor günün davetini. Tek kelime edilmemiş bir gece, yılın en uzun gecesi olsa gerek. Ama gözler tekrar aralandığında hala canlı alevler. Onlar uyuyamamış belli ki. Güneş yüzünü göstermeye başlamış artık. Kuşlar cıvıldaşmaya, ortalık canlanmaya başlıyor.
Hakim efendi çocukla beraber yumurtaları toplamaya çıkmış. Hakim efendi yumurtayı toplayadursun çocuk kuluçkalık yumurtasını almaya çalıştığı tavuğun gazabına uğruyor. Tavuk kovalıyor o kaçıyor. Sonra bakıyor olmayacak bu sefer tavuğu kovalamaya başlıyor
kahkahalar atarak. Yabancı ise pencereden onları izliyor. Bir süre sonra içeri geliyorlar. “Ooo günaydınlar delikanlı bakıyorum da erkenciyiz bu gün” “Yapma be abi” diyor yabancı gülümseyerek “Ben onu bunu bilmem biz yeni arkadaşımla beraber topladık bu günkü yumurtaları. Erken kalktın kalktın, yoksa papucun dama atılır haberin olsun” Çocuk kıkır kıkır gülerek Hakim abisine bakıyor. “E verin bakalım yumurtaları. Ama bu gün yiyeceklerimizi kim seçecek?” Hakim sepeti çocuğa uzatıyor. “Seç bakalım küçük bey, sonuçta toplanmasında baya yardımcı oldun” Çocuk seçtiği yumurtaları yabancıya uzatıyor. “Bunlar güzel mi?” diyor sonra. Çocuğun konuşmasının verdiği sevinçle gözleri parlayarak “Hem de çok güzel olur” diyor yabancı.

Tesnim ÇELİK
Yapay Zeka Çizimi:Zehra ULUBABA

MECBUR

Hasretin mahzun taarruzu 
Mahur bestenin icrâsıyla
Ricata mecbur. 

Âtînin puslu havası 
Sessiz geminin forasıyla 
Açılmaya mecbur. 

Ruhun aynadaki aksi
Kumdan seccadelerde
Kaybolmaya mecbur. 

Korkuların kurduğu korolar
Kaldırımların öfkesiyle
Susmaya mecbur. 

Hamâsetin sardığı ufuklar  
Karacaahmetin servilerinde
Yıkanmaya mecbur. 

Nemrutların yaktığı ormanlar  
Şehid tahtında 
Sönmeye mecbur. 

Zaman mahdumu ömür  
Hayal şehrin sokaklarında
Ölmeye mecbur.

Son Yolcu
Fotoğraf:Tesnim ÇELİK


SEVGİYİ TANIMAYANLAR

Sevgisiz büyümüş insanlar, sevildiklerini hissettikleri ilk anda büyük bir yadırgamaya düşerler. Duyacağınız ilk şey, "Ben bu kadar ilgiye alışık değilim!" olur. Çünkü hayatları boyunca sevilmemiş belki de hep küçümsenmiş, dışlanmışlardır. 

Böyle insanları sevgiye alıştırmaya çalışmak, en büyük yanılgıdır. Öyle ki bir dikeni her ne kadar bir gülmüş gibi sevmeye çalışsanız da o diken yine de sizin ellerinizi, parmaklarınızı kanatmaya devam ediyor olacaktır. Onu bunun için suçlamak ne kadar doğru olur tartışılır. Çünkü bu zamana kadar o dikeni sizden başkası okşamaya çalışmamış, sevmemiş; o dikene bir mana yüklememiş, değer vermeye tenezzül bile etmemiştir. Ama siz herkesten her şeyden farklı düşünmüş belki de sevgisizlikden dikene dönüşmüş; duygusuz, ruhsuz birini dikenlerinden ayıklamaya çalışmışsınızdır. 

Başlarda başarıyorum hissine kapılmış olmanız mümkündür. Bu his sizi güdümler ve kendinizi daha fazla bir çapa içerisine sürükler ve aşırı vericiliğin dengesizliğiyle tökezlersiniz. Bu tökezleme her ne kadar kötü bir durummuş gibi görünüyor olsa da nefes almak için en iyi fırsattır. Bu ana kadar koşuyor olmak; sizin kendinizi unutmanıza neden olmuş belki soluklanmayı bile kendiniz için akıl edememiş, düşünememişsinizdir. Bu tökezleme, bu süreçte olabileceğiniz hem en iyi hem de en kötü konumda olduğunuz durumdur. Her şeyin farkına varacağınız, değmiyor olduğunu anliyacağınız, kendinize dur diyeceğiniz an; o tökezleme anıdır.Tabi ki belki kiminizin tekrardan koşmaya, haddinden fazla kendinden vermeye, devam etmeyi seçecek olma ihtimali olasıdır. Yeni yeniden tökezleyene kadar. Bu durum belki 1 belki 2 belki 3, 5, 8 belki bedeninizden ruhunuza kadar hasar alıp tekrardan yeniden kalkabilmeye mecalinizin kalamıyacağı ana kadar devam edecektir. Sonuç; koca bir beden yığını, koca bir ruh yığınıdır. Velhasıl kelam ki penceresi sevgiye açılmayan hiç bir kalbin çiçeği olmaya çalışmayın.

 Dilek AKYAR
Fotoğraf:H.Y

AŞK SELASI

Kalbimde selası okundu bu sevdanın
Bitti geri dönüşü yok artık!
Yandım, yıkıldım sevda meydanlarında.
Bir başıma kaldım ihanetin kara kışında.

Canından can koparmış sana inanan insanın.
Senin bana yaptığın büyük bir acımasızlık!
Nasıl da küstahça duruyorsun karşımda.
Bu kendini bilmezliğin sonun olacak yakında.

Gördüğüm en büyük aşk riyakarısın bu dünyanın.
Bu hallerinle olmalı payına düşen sadece yalnızlık!
Sana dur demeliydim bu yalan sevda yolculuğa çıkmadan en başında.
Aşkımızın cenaze namazı kılındı senin gıyabında.

Mihriban CESUR
Fotoğraf:Asuman YILDIZ

HİÇLİK

Bir hiçliğin içinde kayboluyor insanlar. Her gün biri daha yok oluyor; o mutlak, sonu olmayan hiçlikte. 
"Hiç" kelimesi; "içinde bir şey barındırmayan" anlamına gelirken insanlar, neden oraya doğru savrulur? Neden hiçlik havuzuna bir kulaç daha yaklaşır? Sahi hiçlik, insanlar için ne anlama geliyor? Hiç olmak, oradan biri olmak; huzura mı kavuşturuyor? 
Hiç olmak; kendi benliğinden, kimliğinden uzaklaşmaktır bence. "Farklı olma, öne çıkma, saklan!" ne kadar doğru ki bu düşünce? Herkes gibi olmak, niye istiyoruz? Biz, herkes değiliz. Herkes gibi olduktan sonra ne olacak? Yok olacak; bizi, biz yapan şeyler. Kaybolacağız o çıkmaz da. Herkesleşmek hiçliktir binevi. Bütün insanların; aynı tip, aynı fabrikadan çıkmış robotlar olduğunu düşünün. Bu; onlarca kişiyi tek bir kalıba sığdırmaya çalışıp insanları hiçliğe sürüklemek değil midir? Neden böyle bir algı var ve biz, bunu niye kabulleniyoruz? Neden benliğimizden ödün veriyoruz? Biz, kimiz? Bu dünyaya herkes gibi yaşamak için mi geldik? İnsanların bizim hakkımızda ne düşündükleri niçin bu kadar umrumuzda? Bu hayata bir kere geliyorken doyasıya yaşamamak neden? Eğer bu soruların cevabını bulursam ya o hiçlikten kurtulmuşumdur ya da sonsuz bir uykuya dalmışımdır. Umarım insanlar, sonsuz uykuya dalmadan hiçlikten kurtulur.

H.Y
Fotoğraf:Zehra ULUBABA

YABANCIYIM BEN BU HAYATA

Hayallerim görüm, öngörüm size göre değil.
Benin cennet gördüğüm yerde, cehennem görür sizin gözleriniz.
Yıldızlara bir başka bakarım, ağaçlara ve kuşlara bir başka.
Serindir bana, ağustosta esen o ılık rüzgâr
Yanar içim, donarken bütün iyi niyetler, bir karanfil sokak ayazında.
Yabancıyım ben bu hayata.
Ne önüm, ne arkam, ne yanım dönük değildir, yobaza haine ve hırsıza.
Bir başkayım ben bir başka.
Abdal değilim, bir görünür bir kaybolurum sabahın erken ışıklarında.
Ancak yere bakarken yakalanır haksızlığa uğramış gözlerim.
Sırtınızdan tanırsınız dostluğumu ve dönerken dünya düzüne, hep terse gider ayaklarım.
Çarpar omuzlarıma bir duvar gibi, anlamsızca yaşayan güruh.
Çatık kaşlarıyla, haksızlığa boğarlar beni,
Yargılarlar, anlamadan, sormadan benliğimi.
Daha başlamadan kaybederim, bilmezler yetimliğimi.
Görürüm dünü, bugünü ve yarını.
En çok kendime kızarım, arayışlarla kaybederken günümü.
Daha ders almadan dünden, başlarım yarınlara.
Olmayacak düşler kurarım.
Bazen bir kahraman olurum, bazen ulaşılmaz mağarasında bir meczup.
Korkarım uzatılan elden, ararım huzuru yalnızlıklarda.
En çok umutsuzluk korkutur beni,
Kapatırsam ışıkları, ulaşamaz beklentileriniz bana.
Daha leb demeden anlarım yarımlığı ve dönerim sırtımı dünyaya.
Başlarım tekrardan yaşamaya kendimi.
Anlarsın ya bir tanem yabancıyım ben hayata bu gidişin yıkar beni.
Yokluğunu umursamam sanmıştım oysa kara günler için saklamıştım yüreğimi.

Ergül ERDEM
Fotoğraf:Tesnim ÇELİK




IVAN,ANA,TANRI,HESAP

Peygamber evladı yazılı bu kitapta
Kan ve çağ kokan 
Kursak kursağa kırk evlat gözüme baktı;
Gözüm, artık gözleri kadar aktı
Ben şiiri savaşmaya başladığımda bıraktım
Çünkü şiir ve savaş bir yüreğe sığmazdı.

Taksitle aldığı kitapların parasını ödeyemeyince Ivan,
İntihar mektubuna bir başlık seçme vaktinin geldiğine
Karar kıldı.
Bir nefesti onda insan kılıklı şeytan
Çitlerden hızla atlardı,
Komşunun tavuklarından çaldığı
Birkaç mahrem bilgiyle.
Hesap sorma hevesi zavallı Ivan'ı savaştan,
Savaşsa Ivandan kitapları aldı.
Her şey şiire çıkardı kangren beyninde
Ivan'ın hasreti gözlerindeki yağmur.

-maruf görmemiş
-ıvan işte bizim evlat 
-sevgi nedir bilmemiş

Anasıyla sofranın doğasına sızardı. Kitaplar onun
en mükemmel tepsisini hırpalardı Tanrı sevgisiyle.
inanmazdım ben, ıvan dargın kalırdı
şeytanla bakıştık bir köy rahlesine serpilmiş
hegemon marşın rengini hissetmekten aciz
kolları sıvanmış ıvan dilinde.

Gitti, astı kendini ıvan;
Annesi üç gün ağladı, kitapları dört 
Şimdi Tanrısıyla baş başa ıvan
Taksitle aldığı hayat, 
dört merhalesiyle ardında.

Ivan yüzünü örterek yürüyor sokakta
Şanlı mektubu taksitlerini alıkoyarken
Ne diyecek annesine, yastıklarındaki yağmur
Hangi şehrin hovardalığını anlatır?
Baktıkça ölen çamur yüzlü katil
Kürsünün kızıl evladıyla karşı karşıya:
very long story
enough to
enter the history.

Oğuzhan GÜNEŞ
Fotoğraf:Esra AZIN

GELMEDİN

Yandı ruhum, söndü ömrüm, bitti yaşım gelmedin.
Bir kaziye gibi kalbe adın yazdım gelmedin.

Yağdı başıma her bela, yalnızlık yarendir bana.
Gelmedin ey rûh-u revanım, serâbım gelmedin.

Oldum bir aciz pervane aşk ile düştüm hayale.
Bitti bak naçiz ömrüm dahi sen hala gelmedin.

Bu ne inattır ya Rab, kavuşmaz olmuş dile âb.
Ey bana ab-ı hayat olan pınarım gelmedin.

Ey Tûrab Bintî Tûrab, yolunda kaldım ben tûrab.
Kapatıp gayrı cümle bâb, merhamet edip gelmedin.

Geçip ol kavs-ı kuzahı tükettim cümle elhanı.
Ayı indirdim yerlere, tahtın eyledim gelmedin.

Kesip, doğradım gönlümü, sana vakfettim ömrümü.
Rızık bildim o yüzünü, lakin bir vakit gelmedin.

Gelme gayrı, gelme bitsin, sönsün bu kor, yara dinsin!
Zahmet etme gelsin geçsin, zaten bir lahza gelmedin!..

Muhammet Baran ASLAN
Fotoğraf:Tesnim ÇELİK

GEZGİNCİ KUŞ

Kuşlar diyorum kuşlar,
Her daim gökyüzünde mi olur
Gökyüzünde olan bu kuşlar her daim uçar mı
Yeryüzüne de inip yürüyemez mi ve
İçimizde de gezgin bir kuş olamaz mı
Bir şeyler oldukça içi kıpır kıpır olanların ki gibi?

Ama o kuş nereye gideceğini bilir mi?
Bilmezse nelere sebebiyet verir,
Bilmesini istesem, bilmesini sağlayabilir miyim ki
Yaptığımdan da emin olabilecek miyim, o da var.

Nereye nasıl gider diye düşünüyorum ama
Düşüncelerimin içerisinde de geziyor gibi.
Yolları gösterecek olan bir ben miyim?  
Bu yolları ben biliyor muyum ki ya da
Bilmek için yollar mı oluşturuyorum acaba
Kendime sorduğum bu soruların sonu olmadığı gibi
İçimdeki gezginci kuşun da gideceği yolların sonu yok gibi.

Gönlümden sevdiğime dair bir his geçtiğinde
Hissettiklerimi de onunla paylaşır mısın?
O da hisseder mi benim hissettiklerimi,
Götürebilir misin bu duygularımı da ona?
İstesem senden bunları gezginci kuş
yapabilir misin sahi?
Gitmeni istediğime gider misin,
Gitme dediğimde de sözümü dinler misin gerçekten?

Hep benimle mi kalacaksın gezginci kuş
Beni bana bırakacak mısın?

Fadime KİREMİT
Fotoğraf:Rabia Sıla ORHONLU

SON


































Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar