KALEMDAR 6. SAYI

GENEL YAYIN YÖNETMENİ 
Mirac Ali TAŞ
Zehra ULUBABA

EDİTÖR 
Mirac ALİ TAŞ 
İklil Naz AVCI
Zehra TURKAY 
Zehra ULUBABA

FOTOĞRAFLAR 
Asuman YILDIZ 
Ebubekir Sıddık TOSUN
İkbal Rana BOZKURT
Melike GÖKDUMAN
Mirac Ali TAŞ
Rabia Sıla ORHONLU 
Zehra ULUBABA 

YAZARLAR
Ahmet Furkan KÜÇÜK
Ahsen Nur KILINÇ 
Ebubekir MARABOĞLU
Emine Zeynep TUNCEL
Emir Haktan YERLİ 
Enes KILIÇ
Ergül ERDEM
Fadime KİREMİT
ferhatboy | Ferhat SAYĞIKAN 
Mehmet Ali YILMAZ
Mihriban CESUR 
Mirac Ali TAŞ
Oğuzhan GÜNEŞ 
Sultan GÖLCÜK
Tesnim ÇELİK 
Zehragül GÖLCÜK 

KAPAK TASARIM
Mirac Ali TAŞ
Zehra ULUBABA 

SOLAN ÇİÇEKLER 

Artık nefes almaktan utanıyorum 
Her saat her dakika her saniye
Dünyadan daha çok tiksiniyorum
Kanlı ellere lanet ediyorum 

Her geçen gün bir güzel yürek eksiliyor
Rim'in masum yüzü
Ayşenur'un saf gülüşü
Gözlerimin önünden gitmiyor 

Artık onların canı acımıyor
Ayşenur Rim'le oyunlar oynuyor
Yüzlerinde nur var ikisinin de
Kocaman gülümsüyorlar birbirlerine

Lime lime doğruyorlar sanki bizi
Dayanamıyorum Allah'ım yardım et bize
Her masumun katlinde
Soğuk bir hançer saplanıyor kalbime


Kimisinin bebeği poşetlerde
Kimisinin ailesi bir torbanın içinde
Bakkala gitmeden önce sarıldığı annesi
Yerinde bir yangın ve evinin yıkık tuğlaları

Annesiz kalmasın hiçbir çocuk 
Evlatsız kalmasın hiçbir anne
Sönmesin Ayşenurların gözlerindeki ışık 
Dayanamıyorum Allah'ım yardım et bize


Mirac Ali TAŞ
Görsel:Yapay Zeka ile Tasarlandı 


KÜÇÜK DÜNYAMIN BÜYÜK SOKAĞI

Ne kadar da fazla düşünüyorum ve dertleniyorum ben, küçük dünyamın büyük sokağında. 
Çağın ötesinde hissederim bazen burda. Herkes bir şeylerle uğraşıyor, iyi kötü çalışıyor, çabalıyor. Ya belki amacına ulaşıyor ya da ulaşamıyor. Her neyse ama yapılan her bir eylemin içinde yatan bir niyet, iyi bir niyet, kalıcı bir iz yok mu ya?
Yani hayalden öte, hedeften öte bir şey, bir gaye isteği, içinde hiçbir beklentinin, hiçbir çıkarın olmadığı, tüm insanlığın düşünüldüğü, onun için yorulan bir yürek, bir beden yok mu?
 Açıkçası bunlar olunca ister ulaş ya da ulaşma gerisi pek anlam ifade etmez. Kendimi çok yalnız hissederim çok, küçük dünyamın büyük sokağında. 
Göremem etrafımda bir ışık ama biliyorum uzakta birileri var böyle, geleceği için, gelecek nesli için, insanlık için, ülkesi için, inancı için dertlenen, bunları dert edinen birileri. 
Tek bildiğim o birileri hep tek hisseder, bazen üzülür, gözyaşı döker. Çok yorulur, bunalır, göğsü daralır da asla vazgeçmez. Niyetinin de, gayretinin de neticesi belki onu memnun etmez ama pes etmez. Öyle bir gaye ki hiçbir şey engellemeye güç getiremez.
 Hep böyle gayeniz olsun, gayemiz olsun Allah'ın izniyle; en büyük servetimiz, mirasımız olur bu. Aldatmanın olmadığı, hilenin olmadığı, yalanın olmadığı, adaletsizliğin olmadığı, zenginin üstün olmadığı, bakanların haddinden fazla para almadığı, ırkçılığın ve kibrin olmadığı, kalp kırmanın olmadığı, küçümsemenin olmadığı, tüm kötü niyetlerin olmadığı bir yol, tamamen samimiyetin ve samimi niyetin olduğu, Allah korkusu ve hesap gününe ait bir telaşın olduğu bir yol. Tamamen peygamberlerin taşıdığı her bir özelliğin olduğu bir yol ki onlar Allah tarafından seçilmişler.
 Evet, peygamberler dışında hiçbir insan seçilmiş değildir, madem onlar seçilmişse tüm güzel huylar da onlarda mevcuttur, onlar ne güzel bir ışık olur yürüdüğümüz ve yürüyeceğimiz yolda. 
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edeceğimiz, kimselere gerek duymadan ve kimsenin peşinden gitmeden sadece inandığımız yaratıcı olan Allah'a ve O'nun seçtiği nebilerine bakıp yolumuzu bulabiliriz. Bulabiliriz ama insanların yürüdüğü yol, yol değil. Bu gidiş hayır değil. Bugün yine dertli bir şekilde bakındım etrafa; gördüklerime ve zatı muhterem benliğime, nereye böyle dedim ve ekledim nereye kadar böyle? Gelecek olan ve bizleri bekleyen belliyken nereye? Yöneticilerimizden avamı nasa yani halka kadar adaletin ve ahlakın terazisi bozulur oldu. Enver Paşa'nın: "Herkes canımı sıkıyor; dost olsun, düşman olsun herkesin korkak, ödlek, tedbirli ve kendi menfaatlerini düşünen insanlar olduğunu görünce alt üst oluyor ve kendimi kaybediyorum. Ah, savaş çıksa mutlaka kazanırdık. Bakanlar Kurulu nota hazırlıyor ve müttefiklerin bunu kabul etmemesi için Allah'a dua ediyorum. İşte o zaman savaş çıkar; savaş yani Türkiye için hayat..." Dediği noktadayım. Tek başıma bir Enver Paşa gibi hissediyorum. Büyüklerimiz, küçüklerimiz vakitlerini işe yaramaz uygulamalar da öldürürken, liderlerimiz de buna izin verirken, adaletin terazisini bozarlarken nasıl da ilerleyebiliriz? Bilmiyorum ama bildiğim tek şey benim ve başta söylediğim o uzakta olan birilerinin bu olanların aksine çok çalışması, çalışmamız lazım, peygamberlerin yolundan gidip, güzel ahlakı kıyafet olarak giyinip içini ilimle, bilimle, fenle doldurmalı ve hatta klasiğin dışına çıkıp koca evrende inançlı ve umutlu insanlar olarak söz sahibi olacağımız farklı alanlarda da çalışmalıyız. Buzullarda, okyanuslarda, yerin üstü kadar yerin altında da çalışmalıyız. Her şeye ve herkese inat, geleceğimiz ve gelecek neslimiz için, yarın ahiret günü Allah'ın huzuruna alnı ak bir şekilde, temiz bir şekilde çıkmak için, bu düzeni ve toplumu değiştirmek için ve Adı Güzel Muhammed'in sav: "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır." dediği insanlardan olmak için her anımızın hakkını vermek ve her şeyin farkında olmak umuduyla...

ferhatboy | Ferhat SAYĞIKAN
Fotoğraf:Rabia Sıla ORHONLU 


EFENDİLER

Efendiler!
Sizler huzur ile yaşarken kurduğunuz düzende
Sizin çarkınızda dişli olarak;
Korkuyorum ruhumu öğütmekten,
Ağır ağır ve gafil bir hâlde
Ekmek gibi tüketmekten.

Efendiler!
Sizler heyecanla koşarken olduğunuz yerde
Ayaklarınızın altına yüreğinizi sererek;
Ben, korkuyorum nefsimi putlaştırıp
Sizlerin huzurunda kasıla kasıla yürümekten
Kabil gibi vicdanımı gömmekten.
Efendiler!
Sizler ısrarla saatlerinizi tatil günlerine kurarken
Atlasvâri çalışmış gibi düşünerek;
Ben, korkuyorum vaktimi kumlaştırıp
Tane tane sahillerde ezmekten, sürmekten
Takvim misâli yaprak yaprak öldürmekten.
Efendiler!
Sizler bilâarzu nefes alıp ciğerlerinizi yorarken
İlk vaadinizi unutmuş gibi davranarak;
Ben, korkuyorum defterimin omuzlarımdan kesilip
Alnımda tabela hüviyetinde gezdirmekten
Münkir gibi yüzüstü ateşlere sürülmekten.
İşitin, işitin efendiler! Hitabım size ve sizdeki aksimedir!
Korkuyorum efendiler, korkuyorum.
Hakkım olmamasına rağmen korkuyorum.
Parmaklarımın ucunda kor rengi hakikat.
Ama yanıyor daha dokunamadan ruhum.
Korkuyorum efendiler, korkuyorum.
Yanmadan kül hâline gelmekten korkuyorum.
Siz de korkunuz, beraber korkalım.
Ve secde edelim yeniden
Her şeyin Asıl Sahibine (c.c)
Korkmadan.

Ebubekir MARABOĞLU 
Fotoğraf:Mirac Ali TAŞ 


SEVDANIN RİTMİ VE KUTULARIN DANSI

Sevda yüklü kervanlar geçiyor önümde
Merak ederek istiyorum ben de ihtiyacım olanı
Kutular sıra sıra beliriyor önümde birden  
Renklisi olduğu gibi renksizi de orada duruyor
Gidiyorum yanlarına tüm cesaretimle ve nefesimi de tutarak.

Kutuların içinden neler çıkacağı bilinmezken
Belki bir mutluluk denizi
Belki bir hüzün vadisi
Belki de bir umut bahçesi.

Dokunuyorum ve açıyorum ilk geleni
Ama içini göremeden kutular gidiyor hepten
Savruluyor her yere aniden tüm hızı ile
Olabildiğince dağınık halde kalırken
Toplamaya çalışıyor birileri koşarcasına.

Toplaması da kendi içinde zorluğu beraberinde getiriyor  
Yara bere içinde kalınsa da o hallerde
Sevdayı taşıyanın ağırlığı azalıyor  
Toplayanın ise arttığı gibi.

Toplamak zor, her birinin içindeki duyguları,  
Yaraları, umutları hepsini bir araya getirmek
Ama her topladığım parça, biraz daha hafifletiyor yükümü
Ve belki de her düşen kutu, biraz daha büyütüyor umudu içimde.

Fadime KİREMİT
Fotoğraf:Asuman YILDIZ 


BEHKELE
|
Şimdi seni beklemek
Ne güzel bir visal
Vuslatını özlemişler için 
Ey sevda mucidi.


||
Öyle Müslümanlar olduk ki 
Ebabil görsek korkmalıyız
Muhtemelen, şehre uğrasa 
İlk bizi taşlayacak. 


|||
Ne kadar yoksam 
O kadar var oldular çevremde 
İnsan ne biliyorsa yokluktan öğrenir   
Yalnızlık ve yokluk arasında cilveli bir aşk içimizdeyken
Kemiklerimin yazgısını kırmaktan yana,
Yüreğimin nüshasını kırılmaktan yana seçtim  
Kimi kendimden bildiysem hep ötemde kaldı  
'Sen, sen kal; ben de ben' 
Kendini kandırmaktan başka nedir
Biz kelimesine gönül vermek?


İç

|
Dünyayı harçlıklarıyla öğrenmeye çalışır gençler 
Sevdayı öğrenmek için herkeste bir vukuat
Hayaller kurarak indikleri istasyonlar
Ayrılıklardan sonra asıl görevini öğretecek onlara
Ruhunun parçalarını dağıtarak yürüyen her mumya
Bir çift söz, bir çift dudak için yaşamayı kafasına koymuş,
Ne korkunç bir rüya,
Bu gördüğümüz yalancı muhteva!


||
Ne zaman Allah'ı düşünsem 
İçimde bir rüzgar 
Bütün ferahlıkları estirir
Annemin kollarından daha uzun daha sıcak 
Babamın yüreğinden kavi ve ırak
Ne bir yâr gölgesi ne bir kucak
Bir tek Rabbi'dir insanı dünya rahlesinde tutacak.

Oğuzhan GÜNEŞ 
Fotoğraf:Mirac Ali TAŞ 

OKUDUKÇA

Gökler ve yer ikisi arasıdır dünya...
İnsan için ise yaşadığı yer ve mekandır.
Olaylar, olgular, duygu ve düşünceler birbirini kovalarken anlara teslim olmuş hayatlar...
Saatler ilerledikçe anlar geçmiş olur ve ahuzâr eder insan...
Zorluklar kolaylıklar birbirini kovalarken erdemli olmanın yollarını arar...

Zifiri karanlıklar içinde dünyaya bir ışık sızar, yükselir semadan bir sada.

Mutluluk ,huzur ,İnşirah iner sinelere. Vaveylalar yerini sükuta bırakır. 
Gönülden seve isteye teslim olunur gelen nidaya. Çünkü ışık yayıldıkça aydınlanır, ayrıştırır, arındırır 
iyiyi kötüden ,doğruyu yanlıştan ,şerri hayırdan...

Zihin ve yürek topyekûn içinde okuyup anlam arayışına yelken açar.
Savrulmalar, dağınıklıklar ,yönsüzlükler bir yol haritası ile rota çizer kendine.
Artık yol bellidir. 
Gidilecek yer, varılacak yurt bellidir..
Esen rodosa, kükreyen dalgalara inat istikamet üzere dümeni kilitlemektir.

Kendinden aleme doğru bir yolculuğa başlar insan
Okuyup anlamak ve anlamlandırmak için. İçten dışa doğru çıtayı yükseltmek ...
Okunması gereken hakikatin aynasından yansıyan simgeler, tümel ve tikel sözler, deliller...
Yola konulan işaretler... 
Yolcu gibi hissettiğin yolda, yol genişler bağrına basar seni.
 Fıtrata uyumludur münevver sözler. 
Bir rahmet yağmuru yağar cemre olup düşer toprağa...
Açar gönlünde sevgi, merhamet, iyilik ve hayır...
Sarıldıkça sımsıkı, kokusuna bezendikçe, nefes olup can verir, göze fer, ruha şifa, sadra merhem olur...

Bekler ve gözler gelen kimlerdir?
Gelene hoş geldin.
Dünya ve ahiret selametiyle. Gelmeyene dargın ve hüzünlü şikayetler...

Açarsa şerha şerha yürek sayfasını, konar üzerine o eşsiz huzuru bulduğu Mukaddes Kitabını...

Sultan GÖLCÜK
Fotoğraf: Zehra ULUBABA


YOLLAR ARTIK YÜRÜNMEZ HALDEDİR 

Rüzgarın uğultusunu hissedebilmek için boşluğa mahkum değiliz. Nereden bakılırsa fiyakalı gözüküyor, kelime oyunu yahut laf cambazlığı değil bir hatır meselesi. Bir vakit şöylece düş eylediydim, anlatması uzun olur diye kimseye söylemediydim, sustuydum, konuşmadıydım, bilemedi gayrı kimse. En güzel çınar yaprağı ile duyarsınız rüzgarı, hissedersiniz, hafiften ürpertir, yağmuruda alırsa yanına fırtınayım ben diye çıkagelir, git diyemezsiniz. Edepsizlik olur, misafire hiç git denir mi!

“Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hudâdan

Giy ol tâcı emîn ol her belâdan” 

Lisede “din kültürü” hocamız sınıfa girdiğinde çoğunlukla tahtaya bu “lâedri’yi” yazar bir de tonlayarak okurdu, çok hoşuma giderdi, hala da öyle. Kelimelerin yüreğin gölgesinde serinlediğine inandım, bir başka hal vardır mısralarda, ferahtır, yormaz, düzeltir, yıkmaz ama yakar, bir çift göz insanı nasıl yakarsa birkaç kelime bir araya gelip canevinizden vuruverir sizi, sarsılırsınız. Ne olduğunu anladığınız halde, bilinçli bir teşebbüstür bu. Alışırsınız. Çokları sarsılır. Şimdi gökyüzüne bakıyorum da yıldızlarını kuşanmış, cırcır böcekleri konser veriyor şehre, motorların sesleri “modernist” mevzuların fitilini ateşliyor, altın inmeye direniyor, doların Allah belasını versin, senin yüzünden akan terler boncuk boncuk dökülüyor taşlığa, gözyaşını mevzuya dahil ediyorum materyalizmin midesi bulanıyor, peki ya sonra? Eylül geldi, yaz bitti. Sonbaharı çağırmasan da ilkbahara geçsek? Olmaz. Olamaz. Olmadı hiç. 

Belki? 

Senin seksek oynadığın kaldırımlar asfaltla bitişik. 

Yürünmez yollardayız gayrı eve geldik.

Mehmet Ali YILMAZ
Fotoğraf: Zehra ULUBABA


MERHEMİMSİN KALBİME YAZILAN  

Ben bir sana açtım kalbimdeki kabuk tutsa da için için kanayan yaraları.
Gör istedim, bil istedim.
Bu öyle bir hicran ki!
Yürek dayanmaya fersiz,
Dil de anlatmaya kifayetsiz kalır.
Sevgi mefhumunu bilmeyen bir biçare idim senden önce.
İlk kez öğrendiğim duyguyla alabora oldum,
His denizinde sen gelince.
Ruhu ısıtan bir gülümsemeye ömrümü feda ederdim de
Gık demez dururdum öyle aşk evreninde.
İnsan bir kez yanmaya görsün!
Tüm doğruları silinirmiş zihinde,
Kul ve kül eden aşka düşünce.
Yeni bir sayfa açmak nasip olurmuş gönle.
Sevda tılsımlı bir reçete
Sevgili ise şifalı bir merhem imiş kalbe.

Mihriban CESUR
Fotoğraf:Rabia Sıla ORHONLU 


KENDİMİ BULUYORUM 

Çok hayalim var. Gerçekleşen ve üzerine hep koymak istediğim türden. 
Ben şunu da yapayım, şuradan da yürüyüp şu çiçekten de alayım dediğimde, o çiçeği koparmayıp da yenisini ben dikeyim, onu ben besleyeyim diye planlar yaptığımda...
Çiçek yetiştirmenin ne kadar zaman aldığını fark ediyorum. 
Hayallerim büyüyüp de dağ oluyor gözümde. O dağda birleşip de kara bulutlar peydah ediyor renkler.
Bu renkten de dikeyim bu renkten de dediğim çiçekler, sarmaşık olup boğmaya geliyor beni. Her birini dikmek istediğimden her biri mi alınmış nedir? Birleşip de üstüme geliyorlar. Fazla sevmek suç oluyor. 
Sonra, "Planlarımı bir bir bir gerçekleştireyim, o çiçekler bir bir dikilsin." diyorum; 
Bir seferliğine dahi olsa tek renk bana yetmiyor. 

"Ben sadece yeşil değilim, sadece pembe değilim. Sadece beyaz, sadece mavi, sadece siyah..."
Çiçekler beni sarmaşıklarıyla boğmaya geldiğinde, söylediğim sözler bunlar! 
Beni kendilerinden saymayan, kalıplarına girmediğimi fısıldayanlara haykırdıklarım. 
Ben sadece siz değilim. 
Benim başka başka desenlerim, örüntülerim var.
Yürüdüğüm yolların izleri, yaşadığım evlerin kokusu var üzerimde.
Her biri kilimime bir başka desen işledi.
Sürekli hissettiğim duygularım, sürekli döndüğüm insanlarım ise örüntülerimi oluşturdu.
Her birinin emeği öyle çok ki.

Renklerimi değiştirmek isteyenlerle bozuşurum.
Ben onlarla boğuşurken; bozulan tablolarım, dağılan renklerim olur. 
Onlarla bozduğumu sonra oturur kendim toplamaya çalışırım.
Ben kendimi böyle bulurum:
Ruhumun odalarını başkalarıyla dağıtır, kendi başıma düzenlerim.

Başta kendime ne kadar kızsam da "Bana göre" derim,
Bana göre;
Ben büyüğüm, içimde taşıdığım karışık yumaklarım, peşlerinden koşan yavru kedilerimle. 
Ben güçlüyüm, içimde kopan en küçük gök gürültüsünde masanın altına saklanan, hıçkırıklara boğulan o sulugöz kızla. 
Ben kararlıyım, en basit seçimlerinde bile iki arada bir derede kalan halimle. 

Bunca zaman hayalini kurduğum o yollara çıkmaya bugün bu kadar yaklaşmışken, 
Kendimi küçük, güçsüz ve kararsız görmekte hata yapıyorum. 

Hata yapıyorum ben. 
Evet durup dinlenmek bilmeden, ders çıkarmaya bile zaman bırakmadan.
Hatalarımı fazla tutuyorum:
Elinden tutup da kaldırmam gereken çocuklarımlar sanki.  
Ama bunlar bir daha bir daha düşüyor!  
Bazılarını defalarca tutup kaldırdığımı biliyorum. "Neden uslanmıyorlar ki!" diyorum kendi kendime. 
Sonra, yaramaz çocukların daha zeki olduğunu telkin ederken buluyorum kendimi. 
Her düşüşlerinde diğerlerinden çok kazanımla, daha güzel kalkacaklarını. 

Evet,
Hayalimdeki çiçekleri başkalarından koparmadan kendim yetiştirme isteğimi anlattım, 
Hatalarımı bıkıp usanmadan kaldırma çabamı...

Beni besleyen, düştüğüm yerden kaldıran düşüncelerim de bunlar.
Hayallerime, daha iyi bir bana çıkan yolda yüzümü ileriye döndüğüm, hatırı sayılır bir adım attığım düşünceleri...


Emine Zeynep TUNCEL 
Fotoğraf:Asuman YILDIZ 


GÖZLERDEN IRAK
Sen karamsar kahve ol ben matemli esmer şeker.
Karışsın tatlarımız ateşler başında.
Sen acılarını kilitle sandıklara ben kâbuslarımı.
Efkârlansın anılarımız gözlerden ırak.

Sen sağanak yağmur ol ben bahtsız kara toprak.
Çiçeklensin bahçemiz gökkuşağı altında.
Sen öfkelerini hapset parmaklıklara ben korkularımı.
Uçuşsun eteklerimiz gözlerden ırak.

Sen utangaç kelebek ol tutkun sarıpapatya.
Işıldasın renklerimiz gün ışı sırtında.
Sen kuruntularını süpür kapılara ben kaygılarımı.
Bağışlansın günahlarımız gözlerden ırak

Sen çilekeş çoban ol ben yalnız ardıç ağacı.
Alevlensin düşlerimiz yıldızlar katında.
Sen sırlarını haykır bozkırlara ben yaralarımı.
Perçinlensin yüreklerimiz gözlerden ırak.

Sen yorgun rüzgâr ol ben dermansız yel değirmeni.
Buluşsun hayallerimiz bulutlar yanında.
Sen utangaçlıklarını itekle kuyulara ben dargınlıklarımı.
Kanatlansın arzularımız gözlerden ırak.

Sen somurtkan hancı ol ben pejmürde gezgin abdal.
Soluklansın telaşlarımız muhabbet masalarında.
Sen yüklerini doldur kadehlere ben sancılarımı.
Çözülsün düğümlerimiz gözlerden ırak.

Sen gücenmiş gökyüzü ol ben kafeste mahzun serçe.
Aydınlansın gecelerimiz tanyeri kızıllığında.
Sen acizliklerini yasakla sokaklara ben doyumsuzluklarımı.
Mühürlensin birlikteliğimiz gözlerden ırak.

Sen saadetli sayfa ol ben kutlu kurşun kalem.
Birleşsin kaderlerimiz erdemler ışığında.
Sen umutsuzluklarını akıt mısralara ben pişmanlıklarımı.
Ezberlensin şiirlerimiz gözlerden ırak.


Ergül ERDEM
Fotoğraf:Zehra ULUBABA      


YOL 5

Önceki bölümden bir kesit:
(...)
Sessizliği bozansa Eyüp oldu “Zihnin ve duyguların egemenliği altında olan bir benlikten bahsedildiğini düşünürsek bu mümkün olabilir. Zihinden kastettiğim iradedir. Evet efendi ve köle unvanları bu ikisi arasında zaman zaman yer değiştirebilir. Üstünlük birinden diğerine de geçebilir. Ancak ikisi tam olarak aynı şey olmadığından bahsettiğin şey mümkündür.” 

“Hayatın anlamına gelecek olursak her şeyin özünü bulmak değil midir anlamak? Ancak her şeyde onu aramakla gerçekten yaşamış oluruz bana sorarsanız. Her adımımızda, her saniyemizde ve düşündüğümüz ve hissettiğimiz her şeyde varlığımızın özünün de bulunduğunu unutmadan ilerlersek gerçek anlama, anlamın kendisine gerçekten ulaşmış olmaz mıyız sizce de?” 
Eyüp her ne kadar mantıklı konuştuğunu düşünse de içten içe çevresinden de onay almak istiyordu. Kıraathanedeki dostlarının her bir düşüncesi onun için oldukça kıymetliydi. Çünkü o da farkındaydı, kitapların sihriyle uzak ufuklara açılan çokça zihinden sadece birine sahipti. Kaldı ki kendisi hayatın anlamına ne derece varabilmişti bundan dahi pek emin değildi. Burada sorulan hiçbir sorunun tek bir cevabı olmazdı zaten amaç düşünmek ve belki de kendilerine en uygun fikirleri keşfetmekti. Gözlerini Hakime çevirdi önce ama daldığı düşüncelerden çıkamadığını görünce diğerlerini süzmeye başladı. Yabancının hareketlenmeye başladığını fark ettiğindeyse gözleri parlamıştı.

“Yani anlam biziz diyorsun. Kendimizi bildiğimiz kadar varız. Varlığın özü dediğin şey peki, herkeste var olan bir şeyse ve içinde hayalini kurduğumuz hayatları yaşayan kimselerde de varsa, aslında herkesin hayalini kurduğu her şeyi yapmaya potansiyeli olduğuna varmaz mı? Ama gerçekte bu biraz daha farklı sanki. Misal piyon; her daim önüne bakmak zorunda, geriye tek bir adım atamaz. Güzel bir oyunda vezir bile olabilir ancak hiçbir zaman şah olamaz.” dedi yabancı. 
Yabancıyı dikkatle dinleyen Hakim “Bir sor bakalım şah olmak istiyor muymuş” dedi gülümseyerek. “Hedef şahı devirmek ve oyunu kazanmak mı yoksa şah olmak mı?”. Ve ihtiyar da katıldı, “Üstelik sen piyon olamazsın ki. Piyonun da olur şahın da vezirinde. Hepsini barındırırsın sen içinde.” 

Peki kendi içinde bunca kişilik özelliğini barındıran insanlar nasıl hep tek bir isme ve surete bürünebilmişti? Temelde kendi ismini hatta bir yere kadar karakterini dahi belirleyemeyen insan nasıl olur da geleceğine dair bu kadar söz sahibi olabilirdi? Nasıl hem bu kadar karmaşık hem de bu kadar basitti insan? Kafasındaki onca düşünceyle beraber kalktı rengi atmış mavi sandalyesinden. 
Masaların arasından sessizce geçip dışarı çıktı. Serin akşam meltemini çekti içine. Göğe çevirdi başını güneş yine geldiği gibi olanca rengi peşine takmış gidiyordu. Adımları altında ezilen çimlerin dokusunu hissetmeye başladığında fark etti tüm düşüncelerinden arındığını. Ve bıraktı kendini zihnin tertemiz boşluğuna. En karmaşık konulara zihin yorarken kafanızın ısındığını fark edersiniz ya. Beyninizin büyüdüğünü hissedersiniz herbir kıvrımıyla bütünleşir ve o muazzam hisse bırakırsınız kendinizi. Tam zıddı da benzer bir etki yapar işte. Aşırı düşünsel varlığın verdiği zevki aşırı yokluk da verir. Bu sefer ateştense su kaplar her yanı. Zıddıyla beraber daha bir var olur her şey. Tıpkı ateş ve su gibi tıpkı ateşle şekillendirilen bıçağın suyla sertleşmesi gibi. Biri şekil verir biri o şekli daimi kılar. Bıçak ancak ezilerek, dövülerek alabilir alması gereken şekli. Ateşin serinletip suyun yaktığı sıcaklığa varır zamanla. İki çift göz bıçağı şekillendiren o ellere hipnoz olmuş gibi bakakalır sonra. 
Her vuruşta ayrı bir nota geliyordu sanki yabancının kulaklarına. İnce ince işlenmiş her tepsi her bıçak bambaşka bir hikaye anlatıyordu. Göz kamaştırıcı onlarca hatta belki de yüzlerce eseri incelerken arkasından gelen adamı fark edememişti Yabancı, “Sırf zanaat değil sanat da var orada” diyen Eyüp' e irkilerek bakması bu yüzdendi. 
Eyüp devam etti “Hani hayalini kurduğumuz hayatları yaşayan kimselerden bahsetmiştin ya bugün, insan potansiyelini gerçekleştiebilir mi demiştin. O gerçekleştirdi işte.” 
Gözleri parladı yabancının “Ne mutludur şimdi.” 
“İnsanlar hayallerini yaşarken hayallerindeki kadar mutlu olmayabilir dostum.”
“Ama istediği hayatı yaşıyor demedin mi?” 
“Hayır hayal ettiği hayatı yaşıyor dedim. Çoğu zaman hayallerimiz isteklerimize göre şekillenmez ve neredeyse her zaman hayatımız hayallerimizden fazlasıdır. Gerçekleşen güzellikler bize yetmeyebilir bu durumda.” derin bir nefesin getidiği birkaç saniyelik sessiziliğin ardından devam etti sözüne:
“O adam çocukluğundan beri meraklıydı demir dövmeye işlemeye. Ünlü bir demir ustası olmak isterdi. O ses başlayınca kafamdaki tüm sesler susuyor ondan yapıyorum demeye başladı zamanla. Sonra demir kendi ruhuna benziyormuş işledikçe kendisini de iyileştiriyormuş öyle derdi. Ama hep bir neden bulurdu işin başına geçmek için . Şimdi sırf onun el işlemelerini görmek almak için onca yolu kateden insanlar var. Ne zaman ki ismi duyulmaya başladı önceden yüzüne bakmayan insanlar onu eleştirir oldu. Kimisi ben onu bir kaç yıl sonra göreceğim güçten kuvvetten düşsün de bir diye arkasından atıp tutuyordu.”dedi ve gururla gülümsedi “Bak yıllar geçti hala turp gibi. Kimi de sanki kendi eğitmişçesine övünüyordu ben onun gençliğini bilirim diye. Yıllarca sabahın köründe başlayıp gece yarılarına kadar uğraşırken kimse onu tanımıyordu oysa. Onun başarısı herkese dert olunca kasabanın dışına taşınmaya karar verdi. Başarıyı gözlerinde koca koca dağların zirvesine koyan o kadar çok kişi var ki tam olarak bu yüzden kendilerini istemedikleri hayatlara mahkum ediyorlar. Sonra günün birinde başaran birini grünce ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Şanslıydı, yetenekliydi o yüzden yaptı diyorlar.
“Ahh bende de şans olsaa” dedi yabancı şakayla karışık.
“Şans herkeste istediği kadar var. Başarı için aşk lazım. Aşık olduğun şeyle bütünleşirsin. Bir parçan olduysa o şey her adımda hissedersin ne yapman gerektiğini o işi yapmazsın artık o iş sana kendini yaptırır. En azından bana öyle söylemişti” 
“ Aşık olacağım şeyi bulamadıysam peki.” 
“Ara o zaman istemediğin kadar çok seçenek var önünde zaten hayat biraz da bilinmezliğiyle güzel değilmi.” 
“Öyle tabii” dedi yabancı, “Eyüp abi bu arada o kim tam olarak” 
“O benim kardeşim, ismi Cabbar” 
“Öz kardeşin mi?” dedi şaşırarak “Öz kardeşim ya” dedi Eyüp gülümseyerek.

Tesnim ÇELİK
Görsel:Yapay Zeka ile Tasarlandı 

YOL: HAYATI ANLAMLANDIRAN GÜZERGÂH

Yol bir tercihtir. Tercih ise insanın kendi elindedir. İnsan ister yola çıkar, isterse de yola çıkanların ardından bakar. Yola çıkmak insanın kendi hayatına verdiği bir değerdir. Bu değeri anlamlı kılmak ise insan eylemlerinden geçen ince bir çizgidir. Emeğin var olmadığı bir güzergâh sadece kâğıdın üzerine çizilen anlamsız işaretlerden ibarettir. Oysa insan yolunu planlarsa, ona uygun bir biçimde o yolu şekillendirirse işte o zaman hayatını anlamlandıran güzergâhı kendi eliyle çizmiş, karalamak yerine şekil vermeyi tercih etmiş demektir.
Yol insan için ne kadar zor ve imkânsız olsa da onu imkânlı hale getirmek insanın elindedir. Vazgeçmek veya vazgeçmeyi akıldan geçirmek daha başlangıç çizgisine gelmeden kaybetmeyi kabul etmektir. Hâlbuki her yol insanı inşa eder. Her yol bir tecrübe katar insanın hayatına. Ama yola çıkmayı göze alamayan insan hayatının şekillenmesini istemeyen, inşa olmaktan korkan insandır.
Yol her noktasında engeller barındırır insanın önünde. Bu engeller hayatı zorlaştırıyor gibi görünse de aslına tecrübeler ekler insanın hayatına. İnsan yolda karşısına çıkan engelleri aşmayı denerse sonu gül bahçelerinde dinlenmek olur. Yolunda yer alan engeller insanı yolda olmaktan, o yolda yürümekten vazgeçirirse hayatının sonu her zaman pişmanlıklarla dolu olur.
Yol insanın hayatındaki her ânı seyre daldığı anların başlangıç çizgisidir. Başlangıç çizgisi ise insanın dönüm noktasıdır. İnsan hayatını başarı üzerinden seyre dalarsa hayallarini değerli kılacak emeği ortaya koyar. Ancak sadece boş bir bakış ile seyre dalarsa yolunu aydınlatacak her ışığı görmezden gelerek sadece bahaneleri hayata sunar. Değerli emek sonuca ulaşıp taçlanır. Bahaneler zinciri kör kuyulara doğru yol alır.
Dar bir yolu genişleten insanın kötü giden bir şeyi düzeltmeye olan inancıdır. Karanlık bir yolu yürümek derinlerdeki duygu yükünü aydınlıklara kavuşturmaktır. İçinden gelen olumsuz bütün tepkilere karşı duruş göstermek başarılı bir yola olan inanıncın ilk adımıdır. Sadece düşünüp durmak, bir adım atmamak ise başarıya gidecek olan yolun en başından vazgeçmektir.


AHMET FURKAN KÜÇÜK
Fotoğraf:İkbal Rana BOZKURT

MUETEBER DEĞERLER

İnsanlar hayatı boyunca birçok şeye önem verir, önem verdiği şeyler karakterini ve yaşam tarzını yansıtır. 
Kendimize, ailemize, çevremize, fikirlerimize, bitki ve hayvanlara; ülkemin toprağına ve nicesine kıymet veririz bizler. 
Kıymet verdiğimiz şeyler belli değerler doğrultusunda kıymet kazanır...
Ve bu değerler, kişinin hayat boyu izzetini artıracak fikir ve davranışlarını nakşetmeye devam eder.

Benliğiyle gurur duyan, batının modernizm çatısı altından uzaklaşıp ülkesi, dini, dili ile onure olan, mazisi ile geleceğine yön veren, anne baba duası almaya çalışan, aşağılık duygusunu bir kenara bırakarak milliyetçiliği yaşatan değerlerimizdir.

Bizleri her daim bir adım öteye taşıyacak olan, değiştiren değiştirdikçe geliştiren, milli birlik ve bilinci ortaya seren, olumsuz duygu ve düşünceleri ortadan kaldırıp ortamı nahifleştiren değerlerimizdir.

İnsan hayatının sonlanmasıyla bir sonraki nesli daha kıymetli bir noktaya taşıyan, toplumun refah ve mutluluğuna bisebep olan değerlerimizdir.

Dini değerlerimiz, milli değerlerimiz, ahlaki değerlerimiz, kültür, örf ve adetlerimiz, ailevi bağımız, birliğimiz...

Bu değerler için herkesin sahiplenmesi, bilinçlenmesi ve en iyi noktada yaşantıya etkisini göstermesi için her türlü fedakarlığı göstermesi gerekir. Çünkü değerleri olmayan bir toplumun değer arzetmesi mümkün değildir.

Bu yüzden hiçbir değerinden vazgeçmemeli insan.
Tek bir değerden bile vazgeçmek, insanın kimliğinde yıpranmaya yeterli olur.
Bir toplum hayal edelim. Belli ritüeller çerçevesinde süregelen ve değerleri çerçevesinde mutluluğu yakalayan bir toplum... Bu toplumun barındırdığı değerler; toplum fertleri tarafından seçildiği, önemsediği, benimsendiği için vazgeçilmezdir. Değerleriyle yaşamayı tercih eden bir toplum, değerlerinin kendisine atfettiği meyveyi yemeyi hak eder.

Yeri gelir vazgeçilmesi için maddi ve manevi manipülasyonlara maruz kalır, linçlenir. Ama kaliteli kişilerden beklenen bunları kulak ardı edip kendi doğrusundan şaşmamaktır.

Toplumu ayakta tutan değerlerimizin sarpa sardığı zamanlarda işin ciddiyetinin farkına varıp eskisinden daha anlamlı bir boyuta taşınması için her birey elini taşın altına koymalıdır.
Mamafih bir binayı ayakta tutan kolonlardan tek bir tanesinin bile hasara uğraması endişe etmeye yeter de artar.
Değerler çocukluktan itibaren bireylere öğretilmeli, her alandaki öneminden bahsedilmeli, ebeveyn olarak değerler çerçevesinde yaşayarak örneklik teşkil edilmelidir. Sahip olduğumuz köklü ve kıymetli değerlerimiz ne kadar erken topluma kazandırılırsa toplumun entelliği ve ahlaki boyutu o derece şekil alır.

Hiçbir değer birbirinden ayrı düşünülemez.
Örneğin milli değerlerimiz de bilinçlenmek için öncesinde kişiye dini, manevi, ahlaki değerlerin temelleri atılmalı. Kafatasçılığı bir kenara bırakarak değerler sevgisini aşılamanın bu milleti en güzide noktaya taşıyacağı aşikârdır. Her bir ferdin bu bakış açısı ile yetişmesi, ülkesiyle, diliyle, bayrağıyla gurur duyan bir nesil yetişmesidir. Günümüz gençlerinin bu konuda maalesef gurur duyacağı yerde utanç duyması, aslında bir nevi bu nesli yetiştirenlerin suçudur...
Milli değerlerini yeterince öğrenmeyenler başka milletlerin milli değerlerini benimsemeye açıktırlar. 
İnsan değerleri ile kıymetlenen, hürmet edilen, saygı duyulan, mümtaz bir şahsiyettir.

Zehragül GÖLCÜK
Fotoğraf:Rabia Sıla ORHONLU 


KUDÜS 

Mahzun yürek kabul etmez artık tehir,  
Semada yaratılıp arza indirilen şehir.  
Kopardılar bizi bizden, verdiler bize zehir;  
Çektiğimiz bu sılaya, vuslatındır panzehir.  

En son elçinin sensin, ilk kıblegâhı,  
Nice peygamberlerin tebliğ karargâhı.  
Güzelliğin her gecenin vazgeçilmez mâhı,  
Kadrini anlatırdı hep bu ümmetin Agâhı.  

Sana nasıl meftun olmasın bu yetim ümmet?  
Bağrında yatar nebiler, gösterilmez mi hürmet?  
Ya Rab, şu ahir zaman kulların ister merhamet;  
Biçare şekilde dileriz her an senden himmet.  

Canlanınca aklımda kavuştuğumuz günkü sevinç,  
Bir iman dolar yüreğime, birden olurum dipdinç.  
Tüm cihan bir olup dövüp, etse de beni linç,  
Yine de sana olan aşkıma son veremez bu bilinç.  

İhya olur, mest olur sana bakan o gözler.  
Bakmak için gerekir pak ve iman dolu özler.  
Sana bakıp feyz alamayan gafil, nasipsizler,  
Hak yolu bırakıp iblisin yolunu izler.  

Devran değişir elbet bizden yana,  
Son verilir bir gün coğrafyamda akan kana,  
Ve yağar bir rahmet, ulaşır her cana,  
İşte o zaman sığmaz sevincimiz mizana.  

İsra ve Miraç hadisesinin şahidisin,  
Dünyanın direği, güvenin yegâne ahidisin.  
Kâinatın sırlarını saklayan gizemi lahidisin,  
Her çetin zamanın en cesur mücahidisin.  

Anka kuşu misali külümüzden doğacağız,  
Üstümüzden şu ölü toprağı elbet kaldıracağız.  
Her dem acı veren çıban başlarını kurutacağız,  
O gün kederden değil, sevinçten ağlayacağız.  

Kudüs, ey Kudüs, kalbimin attığı mekân,  
Senden uzakken kaldım adeta lâmekân.  
Bir kavuşsak ya, istemem tebdil-i mekân,  
Çünkü sen cennete açılan bir camekân.  

Sanma uzak düştüysek unuttuğumuzu seni.  
Duymadın mı "Ayrılıklar sevdaya dahil" diyeni?  
Affetmiyorum bunca hüznü bize reva göreni,  
Bekliyorum, tek yürek halinde tekbir seslerini.  

Anka kuşu misali külümüzden doğacağız,  
Üstümüzden şu ölü toprağı elbet kaldıracağız.  
Her dem acı veren çıban başlarını kurutacağız,  
İşte o gün kederden değil, sevinçten ağlayacağız.  

Enes KILIÇ


GEÇ GELEN MEKTUP 

İşte bir kız çocuğu başladı yürümeye...
Yürümekten usanmış, bıkmıştı sanki. Adeta durmuştu. Diz çökmüştü çiçekli yılların arasında. Kafasını göğe kaldırdı, kollarını ufuklarca açtı, derin bir nefes doldurdu içine, lazım olacaktı. Gözlerini kapattı ve geleceğine baktı. Geçmişine bakamıyordu çünkü geçmişi karanlıktı. Siyahımsı gri bulutların arasında görünmüyordu. Derin bir iç daha çekti. Çektiği acılara inat. Defalarca çekti. Gözleri nemlenmişti. İzin verdi gözyaşlarına. Her bir damlada bir anısını izliyordu. Önce güzel anıları geldi aklına, gülümsedi. Hatta elinden gelse kulaklarına kadar değil uzaya kadar uzatırdı ağzını. Annesini düşledi ilkin. O sıcak, yumuşak ellerini, buğday başağı rengindeki saçlarını... Dünya meleğini. Küçükken yaşadığı ev geldi aklına. Ne çok severdi o evi, her köşesinde ayrı anısı vardı. Ayakkabılarını çıkarıp arka bahçelerindeki çimlerde koşardı. Saatlerce hem de. O huzur inanılmazdı. Köpeğini düşündü. Yumuşak tüylerini okşadı bir kez daha. Sonra köpeğine çarpan araba geldi aklına. Köpeğinin öldüğü o gün...
O da ne! Yağmur başlamıştı. Durduğu yerden doğruldu ve ağır adımlarla kaçmaya başladı. Belki yağmurdan belki de zihnini saran bu düşüncelerden... Bilinmez. Yağmur hızlanmaya başladı. Babası geldi aklına. Kendilerini terk ettiği o gün. Annesinin, ablasının, kardeşinin yüzündeki o duygu. Yüzünden akan yağmur damlası mıydı yoksa anıları mıydı anlamadı. Devam edemiyordu düşlemeye. Zihni bulanmıştı. Adeta kör olmuştu. Göremiyordu devamını. Geçemiyordu bulutları. Gücü yetmiyordu artık, tükenmişti. Nefes almayı bile zor beceriyordu son günlerde. Yaşamaya mecali yoktu. Gök gürlemeye başlamıştı. Annesini gördüğü son gece olduğu gibi. Sesler git gide garip gelmeye başladı. Rüzgar sesi ve yağmur tıpırtıları birbirine karışmış, saçları ıpıslak olmuştu. İşte bu kez gerçekten durdu. Gök sustu, yağmur sesi kesildi. Havada ağaç yapraklarının dahi kıpırtısı yoktu. Neredeydi böyle? Bu koku da nereden geliyordu, yanındaki kimdi? Kafasında cevaplandıramadığı sorular iyice çoğalmıştı...

Ahsen Nur KILINÇ 
Fotoğraf:Rabia Sıla ORHONLU 


ADIN YÜREĞİMDE SAKLI 

Issız bir vahadır bu gönlüm

Senin yokluğundan sonra

Gözlerin her akşam serabımdır

Sana kavusamadığım her gece

Her sensiz gecemde gözlerin

Bir haredir işte o vakit bana

Odur mahzun yüreğimi

Bu ıssız vahada aydınlatan

Yüreğim bir vaveyla doluyor

Hiseder misin

Duyar mısın

Bilir misin

Görür müsün

Yüreğimin bir mahşer gününü andıran vaveylasını

Seninde yüreğinde bir çığlık koparsa

Ne olur o gün bendeki seni hisset

Emir Haktan YERLİ
Fotoğraf: Melike GÖKDUMAN 

AYIN EDEBİYAT DURAKLARI

Ayın Filmi

Ayın Belgeseli 

Ayın Kitabı

Ayın Makalesi


















Yorumlar

  1. Bizlerle bu güzel sayıyı paylaştığınız ve bu birbirinden güzel yazarlarla bizleri buluşturduğunuz için Kalemdar Dergi'ye teşekkürü borç bilirim. Umarım ilklerinden olduğunuz sanal yayıncılığı daha iyi yerlere getirdiğinizi de görürüz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar